Prof. Dr. Aynur Özge
Bugün biraz farklı bir yerden bakalım hayata. Kalabalık bir otobüste herkesin telefonuna gömüldüğü bir sabahı düşünün. Arka koltukta sessizce gözyaşlarını silen bir kadın var. Kimse fark etmiyor. Ama ön koltukta oturan genç bir adam birden başını çevirip hafifçe gülümsüyor, elindeki mendili uzatıyor. O an, iki zihin arasında görünmeyen bir bağ kuruluyor.
Bu, yüksek duyarlılığın sessiz bir örneği. Peki bu duyarlılık doğuştan mı geliyor? Yoksa toplumun, çevrenin, yaşadıklarımızın bir yansıması mı?
Yüksek duyarlılık, bazı bireylerin çevresel uyaranlara—gürültü, kalabalık, duygusal atmosfer, mimikler ve hatta küçük bir ton değişikliğine—çok daha hassas tepki vermesidir. Bu insanlar bir tartışmanın geriliminden, bir başkasının üzüntüsünden veya bir odadaki belirsiz elektrikten bile etkilenebilirler.
Bu bir hastalık değil, aksine nörobiyolojik bir farklılıktır. Beynin özellikle insula, anterior cingulate cortex ve amigdala gibi bölgeleri, duygu ve empati ile ilgili girdilere daha hızlı ve yoğun yanıt verir.
Bazı bireyler doğuştan bu şekilde dünyaya gelir. Araştırmalar, yüksek duyarlılığın %15–20 oranında genetik yatkınlıkla ilişkili olduğunu gösteriyor. Ancak çocuklukta travma, duygusal ihmal ya da baskıcı çevre koşulları da beyin gelişimini etkileyerek duyarlılığı artırabilir.
Beyin gelişiminde önemli bir rol oynayan ayna nöron sistemleri, bir başkasının davranışlarını yalnızca gözlemleyerek onunla “aynı duyguyu” hissetmemizi sağlar. Bu sistem yüksek duyarlılığa sahip bireylerde daha aktif çalışır.
Bugünün dijital dünyasında beynimiz sürekli uyarılıyor. Sosyal medyadan gelen haberler, kötü olaylar, şiddet içerikleri ya da savaş görüntüleri… Tüm bu uyaranlar, özellikle yüksek duyarlılığa sahip bireylerde daha yoğun stres, kaygı ve tükenmişlik hissine neden olabiliyor.
Üstelik bu kişiler “hissetmemeyi” de başaramazlar. Bir arkadaşın yaşadığı acıyı içselleştirir, bir haberin trajedisinde günlerce takılı kalabilirler. Bu durum uzun vadede depresyon, migren, uyku sorunları ve bağışıklık sisteminin zayıflaması gibi sağlık sorunlarını da beraberinde getirebilir.
İyi haber şu ki, beyin plastiktir. Yani şekillendirilebilir. Zihinsel duyarlılığı daha sağlıklı yönetmek için bazı adımlar atılabilir:
Zeynep 42 yaşında bir edebiyat öğretmeni. Öğrencilerinin yaşadığı en ufak duygusal dalgalanmayı hemen fark eder. Ancak zamanla bu “yük” onun sırtına binmiş gibi hissettirir. Sürekli baş ağrıları, uykusuzluk ve tükenmişlik yaşar. Terapiye başvurduğunda duyarlılığını bir “hastalık” değil, bir “yetkinlik” olarak görmeyi öğrenir. Artık, bu hassasiyeti sınıf içinde yaratıcı projelerle kullanıyor ama aynı zamanda kendi sınırlarını da korumayı başarıyor.
Son Söz
Yüksek duyarlılık bir zayıflık değil, bir farkındalık gücüdür. Ama bu gücün sizi tüketmesine izin vermemek için beyin sağlığınızı koruyacak yolları bilmek önemlidir.
Siz de eğer kendinizi “fazla hassas”, “çabuk etkilenen” ya da “duygusal yükleri taşıyan” biri olarak tanımlıyorsanız, yalnız değilsiniz. Zihniniz size derin bir algı kabiliyeti veriyor—yeter ki onu iyi tanıyın, sınırlarını çizin ve onunla dost olun.