Prof. Dr. Aynur Özge
COVID-19 pandemisinin en karanlık günlerinde, aşılar insanlık için bir umut ışığı oldu. Kısa sürede geliştirilen ve uygulamaya konulan bu aşılar, milyonlarca hayatı kurtardı, hastanelerin yükünü hafifletti ve toplumların normale dönmesine olanak sağladı.
Ancak pandeminin ardından, çeşitli kaynaklardan yayılan bilimsel temeli olmayan veya hatalı bilgiler, toplumda aşıya karşı bir güvensizlik ortamı oluşturdu. Bu durum, aşı tereddüdünün artmasına ve halk sağlığına yönelik tehditlerin devam etmesine neden oldu.
Son dönemde yayımlanan kapsamlı araştırmalar, COVID-19 aşılarının uzun vadeli güvenliğini ve etkinliğini bir kez daha ortaya koydu.
Nature dergisinde yayımlanan bir çalışma, COVID-19 aşılarının uzun vadeli sağlık üzerindeki etkilerini inceledi. Araştırma, aşılanan bireylerde SARS-CoV-2 enfeksiyonu sonrası uzun dönem sağlık sorunları riskinin azaldığını gösterdi. Özellikle tam aşılı ve hatırlatma dozu almış bireylerde, enfeksiyon sonrası komplikasyonların görülme sıklığı belirgin şekilde düştü (https://www.medscape.com/viewarticle/uk-study-reveals-long-term-safety-covid-19-vaccine-2025a1000b6t).
Benzer şekilde, CDC’nin yürüttüğü güvenlik izleme sistemleri, mRNA aşılarının (Pfizer-BioNTech ve Moderna) ciddi yan etki riskinin son derece düşük olduğunu ve aşıların faydalarının potansiyel risklerden çok daha ağır bastığını ortaya koydu.
Sevgili okurlar, COVID-19 virüsünün kendisi, doğrudan damar iç yüzeyini etkileyerek pıhtılaşma sistemini aktive eden bir yapıya sahiptir. Bu nedenle hastalığın özellikle ağır geçirilen vakalarında, akciğer embolisi, inme, kalp krizi ve derin ven trombozu gibi ciddi pıhtılaşma sorunları sıkça görülmüştür.
Aşılar, virüsün birebir kendisi değil, virüsün vücuda tanıtılması için tasarlanmış, onu taklit eden biyolojik yapılardır. Yani bağışıklık sistemimizi virüse karşı eğitmek için kullanılırlar. Bu bağlamda, aşı sonrası vücutta çok hafif düzeyde pıhtılaşma eğiliminin artması, virüsün doğal etkisini taklit etmesinin bir parçası olarak değerlendirilmektedir.
Ancak burada önemli bir fark vardır:
Aşıyla gelen uyarı, kontrol altında ve geçicidir. Oysa gerçek enfeksiyonda bu pıhtılaşma süreci kontrolsüz ve tehlikeli düzeyde seyreder.
Bilimsel veriler, aşı olduktan sonra pıhtı riski gelişen bireylerin sayısının enfeksiyon geçirenlerle kıyaslandığında çok daha düşük olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, bu doğal taklit sürecini “zararlıymış gibi” sunmak bilimsel gerçeklikle bağdaşmaz.
Pandemi süresince, aşıların güvenliğiyle ilgili çeşitli yanlış bilgiler yayıldı. Örneğin, Pfizer-BioNTech aşısının Bell’s palsy (yüz felci) ile ilişkilendirildiği iddiaları ortaya atıldı. Ancak FDA, bu tür vakaların genel nüfusta beklenen oranlarla uyumlu olduğunu ve aşıyla doğrudan bir bağlantı kurulamadığını belirtti.
Ayrıca, aşıların kalp sorunlarına neden olduğu yönündeki iddialar da bilimsel verilerle desteklenmemektedir. Time dergisinde yayımlanan bir makale, COVID-19 enfeksiyonunun kalp sorunları riskini aşıdan daha fazla artırdığını vurgulamaktadır.
COVID-19 aşıları, pandeminin kontrol altına alınmasında kritik bir rol oynamıştır. Uzun dönemli araştırmalar, bu aşıların güvenli ve etkili olduğunu bir kez daha teyit etmektedir. Toplum sağlığını korumak ve benzer krizlerde etkili bir yanıt verebilmek için bilimsel verilere dayalı kararlar almak büyük önem taşımaktadır.
Sağlıkla ve bilinçle kalın…